Bir Tarz Bir Duruşla Siz Olun
Kariyer için doğru bir işte doğru adımlarla ilerlemek ve çok başarılı sonuçlara ulaşmak yeterli değildir. Her birimiz aslında bir şirket çalışanı değil, aslında her birimiz bir markayız. Kendimizi bir marka olarak görmek, bize verilen bu markayı nasıl yönetmeliyiz sorusunu kendimize sormalıyız.
Profesyonel iş yaşamında sadece üst düzey yöneticilerin değil, tüm profesyonellerin markalaşmaya ihtiyacı vardır. Kişisel markamızı yaratmak, kendimiz olarak bir marka olduğumuzun farkına varmak elbette kolay bir süreç değil. Bunu algılamak, değerlendirmek ve bu markayı yaratmak uzun ama değerli bir süreci beraberinde getirmektedir.
Kişisel markamızı yaratmanın ilk kuralı, yapmış olduğumuz işte farklılığımızı yaratmakla başlar. Farklı yaklaşmamız, farklı sonuçları yansıtmamız, bizim bu konudaki farklı yüzümüzü ortaya koyacaktır. İşimize kattığımız her bir farklılık, işimizin değerinde yarattığımız algıyı da yükseltecektir. Farklı olmak ve bulunduğumuz tüm platformlara değer katmak, bizi hedeflerimize biraz daha yaklaştıracaktır.
Benzer pozisyonda çalıştığınız arkadaşlarınıza baktığınızda, neden siz aynı noktada yıllarca çalıştığınız halde arkadaşınız çok daha farklı bir noktaya ulaştı? Neden aynı durumdayken çok ayrı noktalara ulaştınız şu anda? Bunun nedeni sizin yapamadığınız ancak karşı tarafın ustalıkla yönettiği kişisel markayı yaratmaktır. O kişi, yapmış olduğu işte başarılı sonuçlara ulaşmasının, işini özenle iyi bir şekilde yürütmesinin güvenine inanmayarak, çok daha fazlasını yaptı ve yaptığı işe kendi markasını da kattı. Yarattığı kişisel markanın gücünü en doğru şekilde kullanarak, öznel bir durumu bir kişisel yönetim durumu haline getirdi.
Çevremize baktığımızda aslında birçok benzer durumda insan görebiliriz. En yakınlarımıza baktığımızda tarzı olan, devamlı olarak benzer renkte takımlar elbiseler giyen yöneticilerimiz hiç mi yok? Belli bir çizgide olup devamlı olarak takım elbise ile gezen müşterilerimizi de söylemeden olmaz. Peki ya aynı tarzda saçlarını yapan ve asla bu tarzın dışına çıkmayan çalışma arkadaşlarımıza ne dersiniz?
İşte bu, başarının bir sonucu aslında. Kendi tarzını, kendi markasını yaratmış olan bu kişi, konuşulan bir markanın aslında tek oyuncusudur.
İş yerimde yakın bir bayan arkadaşım var. Kendisini tanıdığım günden beri saç stilini değiştirdiğini hiç görmedim. Hafif renk oynamaları ve zamanla hafif uzayan kısımlarının olması dışında tarzı hep aynıdır. Bende yarattığı en önemli algı ise bir tarzı olması ve kafamda o arkadaşım ile ilgili şekillenen o şık duruştur. Kendisine her zaman bunu söyler ve bu tarzından dolayı da her zaman beğenimi ifade etmişimdir. Benim için o bir markadır.
Marka olmanın ilk kuralı, tarz sahibi olmaktır. Bugün büyük şirketlere, holdinglere baktığınızda her birinin bir tarzı mevcuttur. Marka olmak ya da marka yaratmak, benliğinde taşıdığı tarz ile bir noktaya ulaşabilir ancak. Tarz sahibi olan bir markanın gücü, sektörel dinamizmleri söz konusu etmediğimiz ölçüde başarıyı kendisine tek adres edinmiş durumdadır.
Kişisel marka yaratmak da böyledir işte. Bir ortama girdiğinizdeki duruşunuz, konuşmanız, dış görünüş ve beklenen kişi olmanız, sizi başarıya ulaştırmada en önemli destek kaleleri olacaktır. Sahip olduğunuz tarzınız, nasıl bir imaja ev sahipliği yapmakta, bu imaj karşı tarafta nasıl bir algı yaratmakta, sizi bu algıları nasıl yönetmektesiniz? İşte temelde bunların cevabını bulmak, sizi marka olma yoluna doğru sürükleyecektir.
Her yıl mutlaka en az bir haftamı İstanbul’daki yazlığımızda geçiririm. Bu sene de bir haftamı yazlıkta geçirme fırsatım oldu. Bu, bol bol güneş almak ve dinlenmek için günün ilk saatlerinden itibaren deniz kenarına indim. Birçok insanı gözlemleme, yaptıklarını inceleme fırsatım oldu. Özellikle birkaç gün üst üste gördüğüm kişilerin hal ve hareketlerinden ciddi bir tarz söz konusu olduğu sonucunu çıkardım.
Her sabah aynı saatte benzer şekilde elbiselerle sahile inen, hemen hemen aynı yere şezlongunu koyup şemsiyesini açan bir teyze dikkatimi çekmişti ilk olarak. Yaşı 70 dolaylarında olmasına karşın şıklığından ve bakımından asla ödün vermeyen, güneşin en güzel zamanlarını deniz kenarında geçirmeye çalışan, sahilde geçirdiği tüm vakit boyunca birçok kişiyle selamlaşan ve her bir selamlaştığı kişiye bey ya da hanım şeklinde hitap eden, kendisine de aynı şekilde hanım olarak cevap verilmesi bir alışkanlık haline gelmişti burada. Bu durum bende çok hoş bir fotoğraf olarak kalmış olacak ki hala unutamadığım ve bu yaza ait hatırladığım çok güzel bir anı olarak kalmış. İşte orada karşılaştığım bu hanımefendinin aslında çok önemli bir duruşu, bir tarzı olduğu yaşanılan bu olayda o kadar belliydi ki, yaratılmak istenen temel noktada bu aslında. Eminim ki o hanımefendi her yıl yaz ayları geldiğinde o sahilde aranan bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tarzımız çok zor yollardan sonra oluşmakta ve bir daha da gerçek yerini bulduktan sonra asla değişiklik göstermemektedir. Olaylar ya da durumlar karşısında farklı tarzlarla yaklaşmak çok doğru bir adım değildir. Bir tarzımız olmalı, yaşadığımız tüm olaylarda ya da içinde bulunduğumuz tüm durumlarda bu tarzımız ile hareket etmeliyiz. Bu tarz, bu duruş yaratmaya çalıştığımız markamızın temsilcileridir.
Sizin de düşünmenizi istiyorum aslında. Tarzımız var mıdır? Bu tarzımız çevremizdeki herkese göre değişmekte midir? Girdiğimiz tüm ortamlarda tarzımızın bilinmesi ve bize ona göre yaklaşılmasını mı isteriz yoksa her bir ortama göre farklı tarzlara bürünerek karşımızdakilere bunu farklı farklı duruşlarımızın olduğu algısı şeklinde mi yansıtmak isteriz?
Özer BÜYÜKSOY – İyi ki Varsın Hayat, Aralık 2014